وَعَنْ أبِي مَالِكٍ الْحَارِثِ بْنِ عَاصِمٍ الأشْعريِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : « الطُّهُورُ شَطْرُ الإِيمَانِ ، وَالْحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلَأُ الْمِيزَانَ وسُبْحَانَ اللهِ والحَمْدُ لِلَّهِ تَمْلآنِ _أَوْ تَمْلأُ _مَا بَيْنَ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضِ وَالصَّلاَةِ نُورٌ ، وَالصَّدَقَةُ بُرْهَانٌ ، وَالصَّبْرُ ضِيَاءٌ ، والْقُرْآنُ حُجَّةٌ لَكَ أَوْ عَلَيْكَ . كُلُّ النَّاسِ يَغْدُو، فَبَائِعٌ نَفْسَهُ فمُعْتِقُهَا ، أَوْ مُوبِقُهَا» رَوَاهُ مُسْلِمٌ
Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, İnsanlığın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
“Maddî ve manevî temizlik îmânın yarısıdır. Hamd (Allah’ı kemâl sıfatlarıyla övme), mîzânı dolduracak tek şeydir; sübhânallah ve elhamdülillâh hakikati ise yer ile gökler arasını doldurur. Namaz bir nur, sadaka kişinin îmânına bir bürhan, sabır ise kişinin yolunu aydınlatan bir ziyâ şeklinde temessül eder. Kur’ân da (ona uyup uymama ölçüsünde) kişinin ya lehinde ya da aleyhinde bir delildir. Her yeni gün başlarken kişi pazara çıkıp kendini bir köle gibi satışa arzetmiş demektir; neticede ya Allah’a itaatiyle kendini azaptan kurtarmış ya da şeytana uymak suretiyle kendini helâk etmiş olur.”
(Müslim,Tahâret 1. Ayrıca bk.Tirmizî, Daavât 86)
وَعَنْ أبِي سَعِيدٍ بْنِ مَالِكٍ بْنِ سِنَانٍ الخُدْرِيِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا أَنَّ نَاساً مِنَ الأنصَارِ سَأَلُوا رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فأَعْطَاهُمْ ، ثُمَّ سَأَلُوهُ فَأَعْطَاهُمْ ، حَتَّى نَفِدَ مَا عِنْدَهُ ، فَقَالَ لَهُمْ حِينَ أَنْفَقَ كُلَّ شَيْءٍ بِيَدِهِ : « مَا يَكُنْ مِنْ خَيْرٍ فَلَنْ أدَّخِرَهُ عَنْكُمْ ، وَمَنْ يَسْتَعْفِفْ يُعِفَّهُ اللهُ وَمَنْ يَسْتَغْنِ يُغْنِهِ اللَّهُ ، وَمَنْ يَتَصَبَّرْ يُصَبِّرْهُ اللَّهُ . وَمَا أُعْطِىَ أَحَدٌ عَطَاءً خَيْراً وَأَوْسَعَ مِنَ الصَّبْرِ » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den nakledildiğine göre, Medineli müslümanlardan bir kısmı Peygamberler Serveri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hîbe olarak bir şeyler istediler, O da verdi. Sonra yine istediler; elindekiler bitinceye kadar yine verdi. Nihayet yanındaki mal tükenince onlara şöyle hitab etti:
“Sadaka malından yanımda hiçbir şey kalmadı. Sizden kesinlikle bir şey de saklamadım. Kim çok muhtaçken bile ihtiyacını gizleyip başkasından istemekten ve harama girmekten sakınırsa Allah Teâlâ hazretleri o kimseyi (istemediği hâle düşmekten korur ve) iffetli kılar. Her kim de halktan dilenmez, müstağni davranırsa Allah onu gönlü zengin (gözü tok) yapar. Kim sabretme azminde olursa Allah ona sabır ihsan eder. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve sabırdan daha büyük bir lutufta bulunulmamıştır.” (527.hadisle aynı)
(Buhârî, Zekât 50, Rikak 20; Müslim, Zekât 124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Zekât 28; Tirmizî, Birr 77; Nesâî, Zekât 85)
وَعَنْ أبي يَحْيَى صُهَيْبِ بْنِ سِنَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : «عَجَباً ِلأمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ لَهُ خَيْرٌ ، وَلَيْسَ ذَلِكَ لأِحَدٍ إِلاَّ لِلْمُؤْمِن , إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْراً لَهُ ، وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خيْراً لَهُ » رَوَاهُ مُسْلِمٌ .
Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Hazreti Ahmed ü Mahmud u Muhammed Mustafa Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Mü'min'in her durumu süpriz ve şaşırtıcıdır! Niye olmasın ki; onun her işi hayırdır ve bu da mü’minden başkası için sözkonusu değildir. O, neş’e ve sevinç ifade eden bir duruma mazhar olunca şükreder, bu onun için bir hayır olur; herhangi bir sıkıntıya maruz kaldığında da sabreder, bu da yine onun için hayır olur.”
(Müslim, Zühd 64)
وَعَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : مَرَّ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِامْرَأَةٍ تَبْكِي عِنْدَ قَبْرٍ فَقَالَ : «اِتَّقِي اللهَ وَاصْبِرِي » فَقَالَتْ : إِلَيْكَ عَنِّي ، فَإِنِّكَ لَمْ تُصَبْ بِمُصِيبَتِى، وَلَمْ تَعْرِفْهُ ، فَقِيلَ لَهَا : إِنَّهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فَأَتَتْ بَابَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فلَمْ تَجِدْ عِنْدَهُ بَوَّابِينَ ، فَقَالَتْ : لَمْ أَعْرِفْكَ ، فقَالَ : « إِنَّمَا الصَّبْرُ عِنْدَ الصَّدْمَةِ الأُولَى » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ.
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Efendimiz Hazreti Muhammed Mus¬tafa sallallahu aleyhi ve sellem kabir ziyaretlerinden birinde, evlâdının kabri başında feryâd ü figân edip ağlayan bir kadın gördü.. “Allah’tan kork ve sabret!” buyurdular. Kadın Efendimiz’i tanımadığı için “Git başımdan, sen benim başıma gelenleri bilmiyorsun!.” dedi, (Efendimiz de hiçbir şey söylemeden kadının yanından ayrıldı). Orada bulunanlar, kadına onun Allah Rasûlü olduğunu söyleyince (bilmeden Allah Rasûlü’ne karşı saygısızlık etmenin mahcubiyetiyle kadın daha da sarsıldı ve) koşarak Efendimiz’in hanesine geldi; kapıda kimseyi göremeyince doğrudan içeriye girdi ve “Sizi tanıyamamıştım” diyerek Efendimiz’den özür diledi. Allah Rasûlü de ona (kulaklara küpe olacak) şu sözü söyledi:
“Gerçek sabır, musibetin ilk şokunu yediğin andaki sabırdır.”
(Buhârî, Cenâiz 32, 43; Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz l4-l5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 23; Tirmizî, Cenâiz 13; Nesâî, Cenâiz 22)
وَعَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ عبْدِ اللَّه بنِ مسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : كَأَنِّي أَنْظُرُ إِلى رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يحْكيِ نَبيّاً من الأَنْبِياءِ ، صلواتُ اللَّهِ وسَلاَمُهُ عَليْهم ، ضَرَبَهُ قَوْمُهُ فَأَدْمـوْهُ وهُو يمْسحُ الدَّم عنْ وجْهِهِ ، يقُولُ : « اللَّهمَّ اغْفِرْ لِقَوْمي فإِنَّهُمْ لا يعْلمُونَ » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
İbni Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
Şefkat Peygamberi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in, peygamberlerden (Allah’ın salât ve selâmı hepsinin üzerinde olsun) bir peygamberi anlatması hâlâ gözlerimin önündedir. Gönderildiği kavim tarafından dövülüp yüzü kanatılmış, bir taraftan yüzündeki kanı silerken diğer taraftan da “Ey Allahım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar.” diyormuş.
(Buhârî Enbiyâ, 54. Ayrıca bk. Buhârî, Mürteddîn 5; Müslim, Cihâd 104; İbni Mâce, Fiten 23)
وَعنْ أَبي سَعيدٍ وأَبي هُرَيْرة رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا عن النَّبيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : «مَا يُصِيبُ الْمُسْلِمَ مِنْ نَصَبٍ وَلاَ وَصَبٍ وَلاَ هَمٍّ وَلاَ حَزَن وَلاَ أَذًى وَلاَ غمٍّ ، حتَّى الشَّوْكَةُ يُشَاكُها إِلاَّ كفَّر اللَّه بهَا مِنْ خطَايَاه » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
Ebû Saîd ve Ebû Hureyre radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre, peygam¬berlik silsilesinin mührü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“İçinde duyduğu en ufak bir sıkıntıya varıncaya kadar Müslümanın başına gelen hiç bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü yoktur ki Allah Teâlâ hazretleri onunla mü’minin günahlarından bir kısmını mağfiret buyurmasın.”
(Buhârî, Merdâ1, 3; Müslim, Birr 49)
وعَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : « لا يَتَمَنَّيَنَّ أَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ أَصَابَهُ ، فَإِنْ كَانَ لاَ بُدَّ فَاعِلاً فَلْيَقُلْ : اَللَّهُمَّ أَحْيِنيِ مَا كَانَتِ الْحَيَاةُ خَيْراً لِي وَتَوَفَّنيِ إِذَا كَانَتِ الْوفاَةُ خَيْراً لِي » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Habîb-i Kibriyâ Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
“Başına bir musibet geldi diye sakın ha hiç biriniz ölmeyi istemesin. Ölmekten başka çare göremiyorsa bile: ‘Allahım, hayat benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat. Vefat benim için daha hayırlı olduğu zaman da ruhumu al ve beni vefat ettir’ desin.”
(Buhârî, Merdâ 19; Daavât 30; Müslim, Zikir 10, 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 9; Nesâî, Cenâiz 1; İbni Mâce Zühd 31)
وعَنْ أبي عبدِ اللَّهِ خَبَّابِ بْن الأَرتِّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : شَكَوْنَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُو مُتَوَسِّدٌ بُرْدَةً لَهُ فِي ظِلِّ الْكَعْبةِ ، فَقُلْنَا : أَلاَ تَسْتَنْصِرُ لَنَا أَلاَ تَدْعُو لَنَا ؟ فَقَالَ : قَدْ كَانَ مَنْ قَبْلكُمْ يُؤْخَذُ الرَّجُلُ فيُحْفَرُ لَهُ فِي الأَرْضِ َفيُجْعَلُ فِيهَا ، ثمَّ يُؤْتَى بالْمِنْشَارِ فَيُوضَعُ علَى رَأْسِهِ فيُجْعَلُ نِصْفَيْنِ ، ويُمْشَطُ بِأَمْشَاطِ الْحَدِيدِ مَا دُونَ لَحْمِهِ وَعَظْمِهِ ، ما يَصُدُّهُ ذَلكَ عَنْ دِينِهِ ، واللَّهِ لَيُتِمَنَّ اللَّهُ هَذَا الأَمْرَ حَتَّى يَسِيرَ الرَّاكِبُ مِنْ صَنْعَاءَ إِلَى حَضْرمَوْتَ لاَ يَخَافُ إِلاَّ اللهَ والذِّئْبَ عَلَى غنَمِهِ ، ولَكِنَّكُمْ تَسْتَعْجِلُونَ » رَوَاهُ الْبُخَارِي .
Habbâb İbni Eret radıyallahu anh şöyle dedi:
Nebîler Serveri Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hırkasını başının altına yastık yapmış Kâbe’nin gölgesinde dinlenirken (müşriklerden gördüğümüz işkencelerden) kendisine şikâyette bulunup, bizim için duâ edip Cenâb-ı Hakk’tan yardım dilemez misiniz? dedik. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:
“Önceki ümmetler daha dehşet verici işkenceler görmüşlerdi.. meselâ bir mü’min tutuklanır, kazılan bir çukura konur, sonra da bir testere ile başından aşağı ortadan ikiye biçilirdi, hatta bununla da bırakılmaz eti-kemiği denmeden bütün vücudu demir tırmıklarla taranırdı. Fakat yine de bütün bunlar o kişiyi dininden döndüremezdi. Yemin ederim ki Allah Teâlâ hazretleri mutlaka bu dini hâkim kılacaktır. Öylesine ki, birgün gelecek yalnız başına bir atlı, Allah korkusu dışında sürüsüne kurt saldırmasından başka hiç bir korku taşımaksızın San’a’dan Hadramut’a kadar emniyetle gidecektir. Ne var ki, siz sabırsızlanıyorsunuz.”
(Buhârî, Menâkıb 25. Ayrıca bk. Buhârî, İkrâh 1, Menâkıbu’l-ensâr 29, Ebû Dâvûd, Cihâd 97)
وَعَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : لمَّا كَانَ يَوْمُ حُنَيْنٍ آثَرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَاساً في الْقِسْمَةِ : فأَعْطَى الأَقْرَعَ بْنَ حَابِسٍ مِائَةً مِنَ الإِبِلِ وأَعْطَى عُيَيْنَةَ بْنَ حِصْنٍ مِثْلَ ذلِكَ ، وأَعْطَى نَاساً منْ أشْرَافِ الْعَرَبِ وَآثَرَهُمْ يَوْمئِذٍ فِي الْقِسْمَةِ . فَقَالَ رَجُلٌ : وَاللَّهِ إنَّ هَذِهِ قِسْمةٌ مَا عُدِلَ فِيهَا ، وَمَا أُرِيدَ فِيهَا وَجْهُ اللَّهِ ، فَقُلْتُ: واللَّهِ َلأُخْبِرَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، فأتَيْتُهُ فَأخْبَرْتُهُ بِمَا قَالَ ، فتَغَيَّرَ وَجْهُهُ حتَّى كَانَ كَالصِّرْفِ . ثُمَّ قَالَ : « فَمَنْ يَعْدِلُ إِذَا لَمْ يَعْدِلِ اللَّهُ وَرَسُولُهُ ؟ ثُمَّ قَالَ : يَرْحَمُ اللَّهُ مُوسَى قَدْ أُوذِيَ بِأَكْثَرَ مِنْ هَذَا فَصَبَرَ » فَقُلْتُ: لا جَرَمَ لاَ أَرْفَعُ إلَيْهِ بَعْدَهَا حَدِيثاً. مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
Abdullah İbni Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:
Huneyn Savaşı ganimetlerini taksim ederken hidayet rehberi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bazı kişilere diğerlerinden fazla hisse verdi. Şöyle ki: Akra’ İbni Hâbis’e yüz deve, Uyeyne İbni Hısn’a da bir o kadar verdi. Arapların ileri gelenlerine de o günkü taksimde biraz fazla pay verdi. Bunun üzerine (Efendimizin bundaki gayesini anlamayan) bir kişi:
Vallahi bu taksimde hakkâniyet yoktur, Allah rızâsı da gözetilmemiştir! dedi.
Ben de:
Allah’a yemin ederim ki bunu ben Resûlullah’a söyleyeceğim, dedim. Gittim, adamın söylediklerini anlattım.
Bu ürperten itham üzerine, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çehresi değişip kıpkırmızı olmuş, şöyle buyurmuştu:
“Allah ve Resulü de adaletli davranmamışsa başka kim adaletli davranabilir ki?” Ardından şunu ekledi:
“Allah, Mûsâ’ya rahmet etsin. O bundan daha ağır bir ithama maruz kalmıştı da sabretmişti.”
Bu hadise üzerine ben (kendi kendime), “Bundan sonra kimsenin sözünü Resûlullah’a iletmeyeceğim” diye karar verdim.
(Buhârî, Edeb 53; Müslim, Zekât 145)
وعَنْ أنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : « إِذَا أَرَادَ اللَّهُ بعبْدِهِ خَيْراً عجَّلَ لَهُ الْعُقُوبَةَ فِي الدُّنْيَا ، وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِعَبْدِهِ الشَّرَّ أمْسَكَ عنْهُ بِذَنْبِهِ حتَّى يُوَافِيَ بِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ » .
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Rahmet Peygamberi Hazreti Ahmed ü Mahmud u Muhammed Mustafa Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Allah Teâlâ hazretleri, bir kulu hakkında hayır murad etti mi bu dünyada çektirmek suretiyle cezasını bitirtir. Kötü akıbete müstehak olmuş kulunun cezasını ise bu dünyada hiç vermeyip bekletir ve neticede o kişi (dünyada hiçbir günahının cezasını çekmediği için) kıyamet günü, hepsinin cezasını çekmek üzere bütün günahıyla gelir.”
(Tirmizî, Zühd 57. Ayrıca bk. İbnî Mâce, Fiten 23)
وعنْْ أَبِي هُريرةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَن رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : « لَيْسَ الشَّدِيدُ بِالصُّرَعَةِ إِنمَّا الشَّدِيدُ الَّذِي يَمْلِكُ نَفسَهُ عِنْد الْغَضَبِ » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Yüce Rabbimizin Sevgili Habibi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular:
“Gerçek babayiğit güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilendir.”
(Buhârî, Edeb 102; Müslim, Birr 106-108)
وَعَنْ أبي هُرَيْرةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ : قَالَ رَسُول اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : « مَا يَزَالُ الْبَلاءُ بِالْمُؤْمِنِ وَالْمؤمِنَةِ فِي نَفْسِهِ وَولَدِهِ ومَالِهِ حَتَّى يَلْقَى اللَّهَ تَعَالَى وَمَا عَلَيْهِ خَطِيئَةٌ» رَوَاهُ التِّرْمِذِي وقَالَ : حديثٌ حسنٌ صحِيحٌ .
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, iki cihanın vesile-i saadeti Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
“Erkek olsun kadın olsun bir mü’minin gerek kendisinden, gerek çoluk çocuğundan, gerekse malından belâ bir türlü eksik olmaz.. (Maruz kaldığı her belâ bir günahına keffaret olur ve) sonunda Allah Teâlâ hazretleri’ne günahsız olarak kavuşur.”
(Tirmizi, Zühd 57)
وَعن أبي يحْيَى أُسَيْدِ بْنِ حُضَيْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَجُلاً مِنَ الأَنْصَارِ قَالَ : يا رَسُولَ اللَّهِ أَلاَ تَسْتَعْمِلُنيِ كَمَا اسْتْعْمَلْتَ فُلاناً وَفُلاَناً فَقَالَ : « إِنَّكُمْ سَتَلْقَوْنَ بَعْدِي أَثَرَةً فَاصْبِرُوا حَتَّى تَلْقَوْنِي علَى الْحَوْضِ » مُتَّفَقٌ عَلَيْهِ .
Üseyd İbni Hudayr radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Medinelilerden bir adam:
Ey Allah’ın Resûlü, filân ve falan gibi bana da bir memuriyet (tahsildarlık ya da valilik) vermez misiniz? deyince, Cenâb-ı Hakk’ın O’na itaati Kendine itaat kabul ettiği Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:
Sizler benden sonra adam kayırmalara rastlayacaksınız.. (kabullenmesi çok zor olan bu tür tavırlar karşısında) sabredin ki Cennette havzımın başında bana kavuşabilesiniz.”
(Buhârî, Fiten 2, Menâkıbü’l-ensâr 8; Müslim, İmâre 48, Fedâil 27,28 )